Çevresel Adalet Nedir?

Çevresel adalet, çevresel yüklerin ve faydaların toplumsal gruplar arasında eşit dağıtılmasını amaçlar. Kaynaklara erişimde ve çevresel zararların paylaşımında adil bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini savunur. Çevresel adalet, yalnızca çevresel sorunların çözülmesiyle ilgili değildir; aynı zamanda sosyal, ekonomik ve politik eşitliğin sağlanmasını da kapsar. Çevresel adalet, çevre ile ilgili mücadelenin bir lüks ya da küçük bir azınlık tarafından desteklendiği bir hareket değil, aksine toplumun tüm kesimleri için daha sağlıklı ve adil bir hayat için zorunluluk olduğu itirazına dayanır.
Peki, çevresel adaletsizlikler nasıl ortaya çıkıyor ve kimleri daha çok etkiliyor? Gelin çevresel adaletin tüm boyutlarını beraber inceleyelim.
Çevresel adaletten bahsederken, tarih boyunca çevresel krizlerin yükünü bazı grupların daha fazla taşıdığını anlamak gerekir. Düşük gelirli topluluklar, azınlık grupları, yerli halklar ve iklim krizinden doğrudan etkilenen ülkeler, çevresel adaletsizliğin en çok hissedildiği kesimlerdir. Bu gruplar, hem doğal afetlerden hem de artan atıklar, hava kirliliği , ormansızlaşma ve su kaynaklarının tükenmesi gibi çevresel sorunlardan orantısız bir şekilde etkilenir.
Çevresel adalet ile ilgili ayrıntılı bilgi için Mekanda Adalet Derneği’nin Çevre Adaleti Programını takip edebilirsiniz.
Sanayileşme ve sömürgecilik, küresel çevresel adaletsizliğin temellerini atan iki büyük tarihsel süreçtir.
18. ve 19. yüzyıllarda başlayan Sanayi Devrimi, fosil yakıt kullanımını hızlandırarak atmosferdeki karbon salımını artırdı. Ancak bu süreç tüm dünyayı eşit şekilde etkilemedi. Sanayileşmiş ülkeler ekonomik büyümelerini kömür, petrol ve doğalgaz gibi kaynaklara dayandırırken, bu süreçten en çok zarar görenler sömürgeleştirilmiş bölgeler oldu. Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki doğal kaynaklar sanayileşmiş Avrupa ve Kuzey Amerika tarafından sömürüldü, bu da yerel ekosistemlerin bozulmasına ve toplulukların yaşam alanlarını kaybetmesine yol açtı.
Sanayileşmiş ülkeler tarih boyunca atmosferi yoğun karbon emisyonlarıyla kirletti, ancak bugün iklim krizinin bedelini ödeyenler genellikle sanayileşmeye çok az katkıda bulunmuş ülkeler oldu. Bu yüzden çevresel adalet sadece günümüzün değil, aynı zamanda geçmişin yarattığı eşitsizlikleri de ele almak zorunda.
İklim değişikliği tüm dünyayı etkiliyor, ancak etkileri eşit dağılmıyor. Küresel sıcaklık artışı nedeniyle kuraklıklar, aşırı hava olayları ve deniz seviyelerinin yükselmesi gibi olaylar yaşanırken, bu olaylardan en çok gelişmekte olan ülkeler ve küçük ada devletleri zarar görüyor. Büyük sanayileşmiş ülkeler atmosfere en fazla karbon salımı yaparken, bu salımdan en az sorumlu olan ülkeler en ağır bedeli ödüyor.
Gelişmiş ülkeler iklim değişikliğinin neden olduğu yıkıcı etkileri hafifletmek için altyapı yatırımları yapabilirken, gelişmekte olan ülkeler bu tür yatırımları karşılayamıyor.
Örneğin, Hollanda yükselen deniz seviyelerine karşı dev barajlar ve bariyerler inşa ederken, Bangladeş'te milyonlarca insan sel tehdidi altında yaşıyor. Bu, küresel ölçekte iklim değişikliğiyle mücadelede derin bir adaletsizliğe işaret ediyor.
Biliyoruz ki, sanayi bölgelerine ve atık tesislerine yakın yerlerde yaşayan düşük gelirli topluluklar, çevresel zararlara daha fazla maruz kalıyor. Çoğu zaman ekonomik sebeplerle, çevresel risklerin yüksek olduğu bölgelerde yaşamak zorunda kalıyorlar. Hava kirliliği, su kirliliği ve zehirli atıklar gibi sorunlar, sağlıksız yaşam koşulları yaratıyor.
Yeşil alanlara erişim de büyük bir eşitsizlik yaratıyor. Yüksek gelirli mahallelerde parklar, ormanlık alanlar ve temiz hava kaynakları daha fazla bulunurken, düşük gelirli bölgelerde betonlaşma oranı çok daha yüksek. Bu, çevresel adaletsizliğin kent planlamasında nasıl kendini gösterdiğinin bir örneği.
İklim değişikliği, göç hareketlerini de etkiliyor. Kuraklık, su kıtlığı, deniz seviyelerinin yükselmesi gibi sorunlar nedeniyle insanlar yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kalıyor. Özellikle Afrika ve Güney Asya'da iklim değişikliği kaynaklı göç artıyor. Ancak, göç ettikleri ülkelerde bu insanlar çoğu zaman düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalıyor, ayrıca yabancı düşmanlığı ve ayrımcılıkla da karşılaşıyorlar.
Bu, çevresel krizlerin yalnızca ekolojik değil, aynı zamanda toplumsal bir sorun olduğunu gösteriyor.
İklim göçü hakkında detaylı bilgiye ulaşmak için bu yazımıza göz atabilirsiniz.
Ekonomik büyüme, uzun yıllardır kalkınmanın temel göstergesi olarak kabul ediliyor. Ancak bu büyüme çoğu zaman çevresel maliyetleri göz ardı ederek gerçekleşiyor.
Küresel üretim arttıkça karbon salımı yükseldi, ormansızlaşma arttı, biyolojik çeşitlilik azaldı ve su kaynakları tükenme noktasına geldi. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, hızlı sanayileşme süreçlerinde doğa koruma önlemlerini geri planda bırakarak ekonomik büyümeye öncelik verdi. Ancak bu yaklaşım, uzun vadede hava kirliliği, su krizleri ve iklim değişikliği gibi sorunları derinleştirerek toplumsal refahı tehdit ediyor. Bugün sürdürülebilir kalkınma modelleri, ekonomik büyümeyi çevresel sorumluluklarla dengelemeyi hedefliyor. Ancak yeşil dönüşüm maliyetli bir süreç ve gelişmekte olan ülkeler için yeterli finansman ve teknolojiye erişim hala büyük bir engel.
Çevresel adaletsizliklere karşı birçok topluluk, yerel ve küresel düzeyde mücadele veriyor. ABD’deki Flint su krizi, halkın içme suyuna kurşun karışmasını önlemek için verdiği bir mücadeleydi. Bölge halkı çevresel adalet hareketlerinde öncü rol oynuyor.
Uluslararası düzeyde çevresel adaleti sağlamak için çeşitli sözleşmeler ve politikalar geliştiriliyor. Paris İklim Anlaşması, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Birleşmiş Milletler’in çevresel haklar bildirgesi bu süreçte önemli adımlar arasında yer alıyor. Ancak, çoğu zaman bu anlaşmalar kağıt üzerinde kalıyor ve uygulanabilirliği tartışmalı hale geliyor.
Özel sektör de çevresel adaleti sağlamada önemli bir aktör olabilir. Yeşil yatırımların artırılması, karbon emisyonlarının azaltılması ve çevre dostu üretim süreçlerinin benimsenmesi, sürdürülebilir politikalar için kritik öneme sahip.
Yeşil ekonomi, fosil yakıtlardan uzaklaşarak sürdürülebilir enerji kaynaklarına ve çevre dostu üretim süreçlerine yönelmeyi amaçlıyor. Ancak bu dönüşüm herkes için eşit fırsatlar yaratmıyor. Yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi ve karbon nötr üretim gibi kavramlar büyük ölçüde gelişmiş ülkeler tarafından şekillendiriliyor. Bu ülkeler, yeşil ekonomiye geçiş için gereken finansal kaynaklara ve teknolojik altyapıya sahipken, gelişmekte olan ülkeler ise hala eski sanayi sistemlerine bağımlı durumda. Üstelik, küresel enerji dönüşümü hızlandıkça, petrol ve kömür gibi sektörlerde çalışan milyonlarca insan işsiz kalma riskiyle karşı karşıya.
Yeşil ekonomi hakkında detaylı bilgi için bu yazımıza göz atabilirsiniz.
Yeşil ekonominin adil bir geçiş süreci olması için, fosil yakıtlara bağımlı olan işçilerin yeni sektörlere dahil edilmesi, gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir yatırımlara erişiminin artırılması ve madencilik gibi alanlarda yerel toplulukların haklarının korunması gerekiyor. Aksi takdirde, yeşil ekonomi yalnızca ekonomik güç sahibi olanların kazandığı, dezavantajlı grupların ise daha da dışlandığı bir dönüşüm sürecine dönüşebilir.
Bireyler olarak çevresel adaletin sağlanmasına katkıda bulunabiliriz. Tüketici olarak bilinçli tercihler yapmak, adil ticaret ürünlerini desteklemek ve sürdürülebilir yaşam alışkanlıkları geliştirmek önemli adımlardır. Ayrıca, çevre politikalarına destek veren liderleri ve girişimleri desteklemek, kolektif bir değişimi teşvik edebilir.
Yerel çevre örgütlerine katılmak, imza kampanyalarına destek vermek ve çevresel adaleti savunan hareketleri güçlendirmek, bireysel katkıyı kolektif bir harekete dönüştürebilir. Küçük eylemler toplumsal değişimin önünü açabilir.
Çevresel adalet, yalnızca bir çevre meselesi değil, aynı zamanda sosyal adaletin bir parçasıdır. Çevresel krizler, sadece doğa ile ilgili değil, toplumsal eşitsizlikleri de derinleştiren sorunlardır. Bu nedenle, çevresel adalet mücadelesi, ekonomik ve politik dönüşümlerle birlikte ele alınmalıdır.
Kolektif hareketler, politik irade ve bireysel eylemler ile bir araya geldiğinde, daha adil ve yaşanabilir bir dünya mümkün olabilir. Çevresel hakların herkes için eşit bir şekilde sağlandığı bir gelecek, ancak birlikte hareket edilirse gerçekleşebilir.
Web sitemizde aktif bir kullanım deneyimi ve iyileştirme çalışmalarımız için zorunlu, foknsiyonel, analitik ve pazarlama çerezleri kullanmaktayız. Çerezlerin kullanımına ilişkin detaylı bilgi almak için Çerez Politikamızı inceleyebilir, tercihlerinizi değiştirebilir veya tüm çerezleri kabul ederek ilerleyebilirsiniz.
Çerez Tercihlerim
Web sitemizde aktif bir kullanım deneyimi ve iyileştirme çalışmalarımız için ziyaretçilerimizin tercihlerinin değerlendirilmesi amacıyla çerez kullanmaktayız. Kullanmakta olduğumuz çerezlerden sitenin çalışması için gerekli olan gerekli ve fonksiyonel çerezler dışında analitik ve pazarlama çerezleri siz etkinleştirmedikçe kullanılmayacak olup, vermiş olduğunuz onayınızı istediğiniz zaman geri alabilme imkanınız bulunmaktadır. İşlenmesine izin verdiklerinizi işaretleyebilir, çerezlere ilişkin daha detaylı bilgi sahibi olmak için metnimizi inceleyebilirsiniz.
Web sitemizin fonksiyonel ve güvenli bir şekilde çalışması için kullanılan çerezlerdir. Bu çerezlerin kullanılamıyor olması web sitesinin işleyişini etkilemektedir.
Web sitesi içeriklerinin uygun ve güvenilir şekilde kullanımı ile müşteri memnuniyetini arttırmak adına yapılan geliştirmeler için kullanılan çerezlerdir. Bu çerezlerin kullanımı ile yalnızca site içeriklerinin uygunsuz kullanımı engellenmektedir.
Web sitemizi nasıl kullandığınızla ilgili bilgiler toplayarak sitemizi geliştirmemize yardımcı olması için kullanılan çerezlerdir.
Müşteri memnuniyeti ile satış ve pazarlama faaliyetlerimizin arttırılması için kullanılan çerezlerdir.